Genel

Efsane doktor Agop Kotoğyan’ın ardından

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı’nın duayen Öğretim Üyesi Prof. Dr. Agop Kotoğyan erken sayılabilecek bir yaşta (16 Şubat 2018) hayatını kaybettiğinde tıp dünyası ona ağlıyordu. İlk gençlik yıllarımda Agop Bey’in pek çok hikâyesini dinlemiştim. Bu söyleşi öncesinde şirketimizin ulaştırma görevlisi Vahan Şadoğlu‘na ‘Cildiyeci Agop Bey’i dumuş muydun?’diye sorduğumda, ‘Küçük yaşta saçlarım dökülmeye yüz tuttuğunda annem beni ona götürmüştü’cevabını vermesi de yukarıda anlattıklarımı destekler mahiyetteydi.

14 Mart Tıp Bayramı’nda anmak istediğimiz Agop Bey’i başta eşi olmak üzere, çocukları ve hastalarından dinlemek istedik. Kameraman arkadaşım Emirhan Ayhan‘la birlikte karlı bir İstanbul sabahında Kotoğyan Ailesi’nin Emirgân’da bulunan evinin yolunu tuttuk.

Kapıda bizi bir ‘İstanbul hanımefendisi’ karşıladı: Suzan Kotoğyan…

Kısa bir hal-hatırdan sonra asıl konumuza geldik.

Şair Behçet Necatiğil bir şiirinde ne diyordu?

“Adı, soyadı

Açılır parantez

Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti

Kapanır parantez”.

Suzan Hanım eşiyle ilgili parantezi şöyle açıyor:

Agop Bey’den annesi sayesinde haberdar oldum. İsviçre’de teyzemizin kızı vefat etmişti. Bizim bir yakınımız ve aile dostumuz onların akrabası oluyormuş. Hep birlikte taziye evine gelmişlerdi. Aslına bakarsanız Agop Bey’in annesi beni görmek istemiş. Sonra da oğluna tavsiye etmiş. Dostumuz olan kişinin kanalıyla bu talep bana iletildi. Tanımadığım için babama danışmıştım. Agop Bey’i bir kere görmüşlüğüm vardı; sadece o ‘boş kolu’ hatırlıyorum. Boş gömlek kolu rüzgârda sallanıyordu. Babam deyim yerindeyse ‘Osmanlı mizaçlı’ bir karakterdi. Bize çok geniş serbestlik tanımasına rağmen derdi ki, ‘Çocuklarım benim istemediğim hiçbir şeyi yapmaz’. Bu serbestliğin içinde flört de var. Fakat ben yine de karşımdaki kişiye ‘Siz babama söyleyin, karar verirse tanışırız’ demiştim. Kendisiyle o şekilde tanışmıştık.

Suzan KotoğyanSuzan KotoğyanREKLAM“TANRI DİĞER KOLUNA O KADAR VASIFLAR VERMİŞTİ Kİ…”

Suzan Hanım, eşi Agop Kotoğyan’ın çocuk yaşta talihsiz bir kaza sonucu kaybettiği koluyla ilgili bir nitelemede bulunuyor:

Agop Bey’i tanıdığımda bana demişti ki, ‘Evlilik teklifime olumlu cevap verecek olursan, unutma ki benim ilk eşim işimdir. Mesleğimi çok seviyorum. Hekimlik değil de kunduracı da olsam severek yapardım, detayına inerdim işin. Dolayısıyla beni eş olarak değil ‘mesleğine aşık’ bir insan olarak düşün’… Çok okurdu ve hakikaten işini severek yapardı. Tanrı bir koluna neden olmuşsa, diğer koluna o kadar çok vasıflar vermiş ki… Ben hep böyle düşünmüşümdür. Bazı hastalarına sadece bakarak teşhis koyabiliyordu. Tabii görünen bir hastalık ise. Ve evet bu kadarı Tanrı’nın bir lütfu olmalıydı…

“BU ADAMCAĞIZI SENİN ATACAĞIN TOKAT YIKAR KIZIM”

Agop Bey’le evlenmeden önce merhum babasının kendisine verdiği nasihatı dün gibi hatırlıyor Suzan Hanım:

Agop Bey’le tanıştıktan sonra babam ‘Ne düşünüyorsun? İstersen biraz daha tanı’demişti. Çok şaşırmıştım; çünkü babam bir işi uzatmayı hiç sevmezdi. Dedim ki, ‘Olumlu düşünüyorum, ayaklarının üstüne basmış bir insan’. Bunun üzerine babam ‘Kızım, unutma ki bir kaza geçirmiş, badirelerden geçmiş, psikolojik olarak ayakta kalabilmiş, kendini topluma kazandırmış. Ama sen evlendikten sonra bir reaksiyon verecek olursan, büyük bir tokat atmış olursun. Tanrı’dan gelen tokat değil, senin tokadın bu adamcağızı yıkar”.

Suzan Kotoğyan, Habertürk'ten Mehmet Şimşek'e eşi Agop Kotoğyan'ı anlattıSuzan Kotoğyan, Habertürk’ten Mehmet Şimşek’e eşi Agop Kotoğyan’ı anlattı“ORADA HER ŞEYİ UNUTTUM VE TOP OYNADIM”

İlginç bir tesadüf…

Kotoğyanların ikamet ettiği dairenin balkonundan Baltalimanı Kemik Hastalıkları Hastanesi gözüme çarpıyor. Tarihi mekânın (Baltalimanı sarayı) ev sahipliği yapmış olduğu ve Peyami Safa‘nın kaleme aldığı 9. Hariciye Koğuşu romanının o bölümü zihnimde canlanıyor.

Romandaki genç Safa’nın kemik vereminden dolayı bir bacağının kesilmesi an meselesi…

Peyami Safa, roman kahramanını şöyle konuşturuyor:

“Büyük bir uzvun boşluğunu hissetmeye nasıl dayanacağımı anlamıyorum, bir diş çektirdikten sonra bile yerinde ağızdan daha büyük bir boşluk kaldığı zannedildiği halde, ayrılan bir bacağın yerinde kalan uçurumun baş dönmesine nasıl alışılır?”

Suzan Hanım’a bu ürpertici paragraftan bahsediyorum.

Aldığım cevap şöyle:

O zamanlar bu boşluğu mutlaka yaşamıştır. O kaza 11 yaşında olmuş. 1 seneye yakın evden çıkmamış. Futbolu çok da seven birisi. ‘Beni hayata kazandıran arkadaşlarım oldu’ diye konuşurdu hep. Arkadaşları bir gün gelip evden zoraki çıkarmışlar o’nu. Semtlerindeki futbol maçına götürmüşler. Maç oynarlarken Agop’u sahaya itmişler. O güne ait müthiş bir cümlesi vardı; ‘Orada herşeyi unuttum ve top oynadım’. Şunu da hep söylemiştir. ‘Benim kolum böyle olmasaydı, okuma hayatım olmayacaktı’… Çünkü ailede ekonomik olarak hiçbir şey yok. Mecburen çarşıya gidip çalışmak zorunda kalacak. Okumaktan başka çaresi de yok. Liseyi bitirdikten sonra sınavlara giriyor. Teknik ve tıbbı kazanıyor. Tekniğe devam edecek olursa mühendislik vesaire çizimi nasıl yapacak? Tek elle mümkün değil; dolayısıyla hekimlikte karar kılıyor.

REKLAM

Agop Kotoğyan’ın ömründe belki de en özgül ağırlıklı yer tutan mekân Cerrahpaşa Tıp Fakültesi.

Suzan Hanım, Agop Bey-Cerrahpaşa ilişkisini dört aşamada özetliyor:

Cerrahpaşa’da dünyaya geliyor, kazanın ardından tedavi olduğu hastane Cerrahpaşa, üniversite okuduğu okul Cerrahpaşa. Ve 1 sene orada birlikte yattığımız, son nefesini verdiği yer yine Cerrahpaşa… Mazisiyle çok barışık. Geçmişini unutmayan bir insan. Yokluğu da, iki kolu var olduğu dönemi de… Düşünsenize denize giriyor, kazağını çıkarıyor. Kıyıya çıkıyor, bir bakıyor ki kazağını çalmışlar. Tek kazağı var. Gelip evde annesinden dayak yiyor. Kadıncağız ikinciyi bulamıyor çünkü! Bunları unutmayan bir insan. Fakire, garibe nasıl yardım etmesin? Mevcudunda ilaç varsa onları da ihtiyacı olan hastalarına ücretsiz verir, memur zümresinden para almazdı. Memurlara derdi ki ‘Aldığınız maaşı biliyorum. Eğer muayenehaneyi açmış olmasaydım, hastaneden aldığım bugünkü aldığım maaş, sadece arabamın benzin parasına yeterdi’…

“EĞER ŞIMARACAK OLURSAM O 5 HASTAYI DA VERME!”

Agop Bey’in vefatının ardından çok yazılıp çizilen meşhur duasını hatırlatıyorum Suzan Hanım’a.

Şöyle konuşuyor:

Şovu sevmeyen bir kimlikti. Hiç medyatik olmadı, televizyonlara çıkmadı. Kızımızın düğününde nereden haber almışlarsa bir yığın gazeteci gelmişti; ancak içeriye aldırmadı. ‘Bu benim özel hayatım’ demişti. Muayenehaneyi açarken de kimseye haber vermemiş. Tek başına ve borç içinde açmış. Bütçesi sıfırın altındaymış. Herşey hazır hale gelip de muayenehanesine girerken demiş ki, ‘Tanrım! eğer bana günde 5 hasta verecek olursan hem borçlarımı öderim hem de ailemi geçindiririm’. O yıllarda bakmakla mükellef oldu bir annesi ve kızkardeşi var. Evlenecek olursa da eşi ve çocukları. Duasını şöyle sürdürmüş: ‘Eğer bu 5 hastan sayısından daha fazla olur da şımaracak olursam o 5 hastayı da verme Tanrım!’.

REKLAM“BAZILARINA ‘BACIM’ DİYOR BAZILARINA KAPIYI GÖSTERİYORDU”

Agop Bey bu… Eskilerin deyişiyle nevi şahsına münhasır bir kimlik. Sevimli bir hekim olduğu kadar aksi tarafları da yok değil… Siyaset dünyasından kabadayı alemine, köylü insanlardan şehirdekilere kadar çok geniş yelpazeye uzanan bir hasta profili var.

Kotoğyan Hanım’dan Agop Bey’in bu tarafını dinliyoruz:

Halkın en alt tabakasına inmeyi biliyordu. Derdi ki; ‘Köyden gelene hekim diliyle konuşacak olursam; zaten okuma-yazması yok, değil İstanbul’u kendi bulunduğu şehrini bilmiyor. Bana çekinerek geliyor. O’na ‘anam, bacım, gardaşım’ demeliyim ki bana yakınlık hissetsin, psikolojik olarak onu tedavi etmiş olurum. Çünkü bana güvenecek. Sosyeteden gelene de ‘bacım’ diyemem, hanımefendi demeliyim; çünkü ona ‘bacım’ dersem, kabullenmez’… Kovduğu hastalar da çok olmuştur. Mesela yaşlı bir hanım geliyor. Saçının dökülmesinden şikâyetçi. Agop Bey izah ediyor, ‘Boya yok, fön yok’. El cevap; ‘Doktorcuğum haftada 3 gün kuaföre gidiyorum’. Agop Bey buna mukabil ‘Benim eşimin de saçları beyazlıyor; boya falan yapmıyor. Kel kalan kadın yoktur. Kellik erkekler de olur’diyor. ‘Yok doktorcuğum ben kuaföre gitmeden yapamam’ deyince kapıyı gösteriyor…

Prof. Dr. Agop KotoğyanProf. Dr. Agop KotoğyanBİR ÖMÜR BOYU BİLİMSEL TECESSÜS

Agop Bey’in bir günü nasıl geçiyordu peki?

Suzan Hanım şunları söylüyor:

Sabah 07.30’da pabuçları giyer evden çıkardı. Üniversiteye giderdi. ‘Bir kahve içelim öyle git’desem de ‘Hayır’derdi, ‘Hepsinden erken gitmeliyim ki, çekinsinler’. 07.50 gibi hastanede olurdu. Gece de 21.30-21.45’den önce eve gelmezdi. Çocuklarım bebek iken hafta geçerdi babalarını görmezlerdi. Hastaneden muayenehaneye gelmesi 15.00’ten sonraydı. Zaman mefhumu yoktu. Böyle bir insanın özel yaşantısı olabilir mi? Yemek yedikten sonra kahve içerdik, saat 22.30’u gösterirdi. Bir bakardım koltukta uyumuştu. Bazen gece 02.00-03.00’de kalkar salona gelirdim, o’nu kitap okurken veya bir şeyler yazar halde bulurdum. Bizim sosyal yaşamımız çok faal değildi.

REKLAMSuzan Kotoğyan-Agop KotoğyanSuzan Kotoğyan-Agop Kotoğyan“7 SENEDİR İLK KEZ BUGÜN KUAFÖRE GİTTİM”

20’li yaşlardayım, çocuklarım küçüktü. Komşularımız kahvaltısını yapmış sahilde yürümeye giderlerdi eşleriyle. Gıpta ederdim. Sonra da kendi kendime derdim ki, ‘Eğer erken gelirse, kazanamazsa borçlarını nasıl bitirecek? Çocuklarımıza nasıl istikbal sağlayacağız?’ Emekli olduktan sonra haftada 1 gün üniversiteye gidiyordu. Azmi vardı, savaşçıydı ama aynı zamanda kabullenendi. Emekli olduğu gün yaptığı konuşmada ‘Herkesin bir dönemi vardır, kişilerin de dönemi geçer gider, ileride de unutulurum; ama yapılacak bir şey yok, çok da mutluyum’demişti. Hayat devam ediyor işte… Agop Bey saçımın düzgün olmasını çok isterdi. Daha doğrusu topuz isterdi. 7 seneden bu yana bugün ilk kez kuaföre gittim Agop için.

Peki Suzan Hanım’ın bir günü nasıl geçiyor?

Sabah yürüyüşleri ve eş dost görüşmelerini hariç tutarsak evden dışarı pek adım atmadığını söylüyor:

“Seyahatlere çıkmıyorum. ‘O taşın altında yatıyorsa benim ne işim var seyahatte’ diyorum. Biliyorum anlamsız! Mantık bunu söylüyor ama hislerim kabul etmiyor. Agop Bey benim için sadece bir eş değil baba, abla, kardeş, dost, herşey. Kimseyle paylaşmayacağım şeyi Agop Bey’le paylaşırdım. Belki ondan dolayı bu boşluğu yenemiyorum. Bizim evliliğimiz farklıydı. Temeli kuvvetli. Saygıdan sonra sevgi ve güven geliyordu

REKLAM“YEGÂNE DEŞARJ OLDU YER FENERBAHÇE’DEKİ STADYUMDU”

Laf dönüyor dolaşıyor, Agop Bey’le ortak sevdamız sarı-lacivertli renklere geliyor. Suzan Hanım eşinin sarı-lacivert sevgisinden bahsediyor:

Aileden Beşiktaşlıydım. Ama etrafım Fenerbahçeli. Agop Bey, çocuklar, torunlar. Çocuklar doğmadan odaları sarı lacivertli renklerle donanırdı. Bir gün bana ‘Al Fenerbahçe kartın’demişti. Sonra ben de Fenerli oldum. Her Pazar çocukları alıp maça giderdi. Yegane deşarj olduğu yer oraydı. Maçlara dostlarıyla birlikte giderdi. Galibiyetlerde o kadar mutlu eve gelirdi ki. Ama yenilgilerde hiç kapıya uğramasın! Bunun tartışmaları da ertesi gün Cerrahpaşa’da devam ederdi…

Ve Suzan Hanım parantezi şöyle kapatıyor:

İyi ki doğmuş. Tabii kolunun öyle olması onun, annesi, ailesi için güzel bir şey değil. Ben öyle tanıdığım için hiç fark etmedi. İyi ki kolu öyle olmuş, Tanrı’nın verdiği lütuflar çoğalmış Agop Bey’de. Dolayısıyla onlardan ben de istifade ettim. Hayata bakış açısı o kadar farklıydı ki. Bir eşya bozulsa, kırılsa üzülürdüm. Derdi ki ‘Yapma sadece ölüme çare yok, bak kolum yok oldu; şükrediyorum ki bacağım yok olmadı, yürüyemezdim. Şimdi hiç değilse kendi işimi kendim görüyorum’. Agop benim için bir Konfiçyus gibiydi. Bir filozof gibi davranırdı. Bunun yanında tabii ki farklı olayları da vardı. Mesela durup dururken, en ufak bir şeyde ses tonunu yükselirdi. Derdim ki, ‘Agopçuğum komşular işitecek olursa’. Cevap; ‘Akşama kadar hastalarla uğraşıyorum, nasıl deşarj olacağım. Eğer burada deşarj olmazsam yarın yüzüm asık mı gideyim?‘ İyi ki o’nunla evlenmişim, iyi ki elini dokundurmuş bana. Herkese aynı şekilde elini uzatmış. ne mutlu bana Agop Bey’le birlikte yaşamışım; ama kısa geldi yaşamımız. Yoğun bakımda gittiğimde bir süre dışarı çıkmıştım, 5 dakika sonra haberi geldi. Çocuklar da dışarı çıkmıştı. Hastanede onunla birlikte kaldım ‘Agop beraber geldik, sakın ha bana oyun oynama! kalleşlik yapma, beraber eve gidelim’demiştim. Son 1 ay her akşam başımı omzuna koymamı istiyordu. Son ana kadar öyle yapmıştım, gözünden yaş gelmişti. Demek ki hissediyordu. Çıktım, 5 dakika sonra ise… İnşallah ışıkları hiç sönmez. Çok şükür ki evlatları başını yere eğdirmedi. Çocuklarım böyle bir babaya sahip oldukları için çok çok şanslılar. Biz de şanslıyız ki, bu devirde böyle evlatlara sahibiz. Çünkü devir kötü. Nur içinde yatsın. Size teşekkür ediyorum. Hatırladınız, evime kadar geldiniz. Benim için unutulmayacak bir değersiniz.

REKLAM

Kotoğyan Ailesi ile işimiz henüz bitmedi.

Suzan Hanım’dan sonra rotayı önce çocukları Garen ve Darpin’e ardından ise tedavi ettiği hastalara çeviriyoruz.

Garen KotoğyanGaren Kotoğyan“SAKATTI AMA HİÇ SAKATI OLMADI”

Oğlu Garen Kotoğyan kısa ve öz konuşuyor:

Babam Agop Kotoğyan hayatı boyunca ailesi, sağlık çalışanları, hastaları ve hayatında tanıştığı tüm insanlar için hep iyilik isteyen, onlar için elinden ne geliyorsa yapan ve sorumluluklarını disiplinli bir şekilde yerine getiren birisiydi. Ünlü bir doktor olmasının yanında ailesine karşı sevgi dolu bir babaydı. Her zaman eğitimin önemine, her insanın iyi bir yanının olduğuna ve iyi yanlarının örnek alınmasına vurgu yapardı. Bir kolunun olmamasını hayatı boyunca hiç sorun etmedi ve eksikliğini yansıtmadı. Evet kendisi sakattı ama hayatı boyunca hiç sakatı olmadı. Böyle bir babanın oğlu olduğum için gurur duyurorum.

Herşey için teşekkür ederim babacağım.

Darpin KotoğyanDarpin Kotoğyan“BAK OĞLUM BENİM DE KOLUM YOK!”

Ne diyordu Attila İlhan ‘Sisler Bulvarı’ şiirinde:

Artık kalbimi susturamıyorum.

Sözkonusu Agop Kotoğyan olunca da kızı Darpin Hanım kalbini susturamadan konuşuyor adeta:

Kimimizin doktoru, kimimizin ağabeyi, kimimizin hocası kimimizin arkadaşı. Benim de arkadaşım, sırtımdaki yıkılmaz duvardı o. Sorunlarımı anlatabildiğim fikir alabildiğim yeri geldiğinde tartışabildiğim, küstüğüm, barıştığım babam. Gözümü ilk açtığım günden itibaren babamla olan enerjimiz, birbirimize düşkünlüğümüz hep farklı idi. Babam ben küçükken eve geldiğinde o’nu önce ben karşımalı ilk ben öpmeliydim. Büyümeye başladıkça, yaptığımız hastane ziyaretlerimizde yanında dolaşırken, hastaların, asistanların, diğer görevlilerin hem mutlu yüzlerini hem de saygıda kusursuz olmaya çalıştıklarını görürdüm, anlamlandıramazdım. Muayenehanesine giderken Osmanbey sokaklarında ‘baba iyi misin?‘ sorularına tanıklık ederdim. ‘Baba’ kelimesini başkalarının kullanmasından da çok rahatsızlık duyardım; çünkü Agop Hoca benim babamdı. Olgunlaşmaya başladıkça, farklı gözle bakabilmeye başlamıştım. Evet benim babamdı; ancak o bir hekimdi, dosttu, ağabeydi. Hastalarına gösterdiği özen, davranış biçimi, konuşması bambaşkaydı. Köyden gelen teyzeye ‘bacım’ derdi, şehirden gelen hastasına ise ‘hanımefendi’ derdi. Etrafındaki hiçbir insana farklı muamele yapmazdı. Babamın gözünde insan olabilme yetisine sahip ise herkes eşitti. Tek tahammülsüzlüğü tembellik yapmaktı. Hiç unutmam bir gün beraber araba ile eve dönüyorduk. Sokakta otomobilimizin camını temizlemeye çalışan bir genç ısrarla para istiyordu, ‘çalış oğlum’ demişti. Arabanın yanındaki genç ‘bak amca kolum yok’ diye o hâlini göstermişti. Babam gayet düzgün konuşurken sinirlenip arabadan indi ve ‘benim de kolum yok’ dedi ve gömleğini gösterdi. Çalışmak, azmetmek, hep daha iyisi için uğraşmak ve pes etmemek bana verdiği en büyük öğüttü.

REKLAMAgop Kotoğyan'ın kızı Darpin, torunları Aksel ve AresAgop Kotoğyan’ın kızı Darpin, torunları Aksel ve AresSEVGİNİN SARI-LACİVERTLİ HÂLİ…

Agop Bey’ye özdeşleşmiş olan sarı-lacivertli renkler kızı Darpin’de de ziyadesiyle karşılık buluyor.

Diyor ki:

Agop Kotoğyan’ın hekimlikten arda kalan zamanlardaki tek hobisi futboldu. Küçüklüğümde tanıştığım sarı-lacivert renklere sımsıkı bağlıydı. Beraber çokça maça giderdik. Bu durum büyüyünce de devam etti ve benim çocuklarım ile pekişti. En sevdiği renkleri bana ve çocuklarıma aşıladı. Dedeliği de babalığı gibi harikülade sevecen idi.

“BEN ONU KRAL, O BENİ PRENSES GİBİ GÖRMÜŞTÜ”

Mesleğinde hastalarına gösterdiği sevecenliğin kat ve kat fazlasını torunlarına verebilme yetisine sahipti. Agop Kotoğyan muhteşem bir dede idi. Ben babamı kral gibi görmüştüm. Anneler Günü’nde beni ‘prensesim’ diye araması, sevgililer gününde annemle beni ayırt etmeden aldığı bir buket çiçek ile gönlümde taht kurmuştu. Zaman zaman onun da benimle paylaştığı konular olurdu, beraberce doğru yolu bulmaya çalışırdık. Ben bu dünyada çok şanslı kızlardan biri oldum. Babamla olan sevgi bağımızı iliklerime kadar yaşadım. Baba-kız aşkının tarif edilmez duygusunu yaşattığı için iyi ki Agop Kotoğyan benim babam. Agop Kotoğyan hayata yoksullukla başlayıp, bir uzvunu talihsizlikle kaybedip, hayatta var olabilmek için gayret sarfeden bir kişilik olmuş. Mesleğine bağlı, insanlığa fayda sağlamak için uğraşan hümanist bir insandı. Onun hayattaki duruşu her gence örnek olmalı. Tüm bunlar bana şeref veriyor. Baba eksikliğine alışmak kolay olmadı. Onsuzlukla yaşamayı öğrendim sadece.

Ben Darpin Kotoğyan…

Agop Kotoğyan’ın kızı olmaktan, böyle bir hekim tanıdığım için kendimi bu dünyada çok şanslı hissediyorum.

Bu vesile ile tüm hekimlerimizin tıp bayramını kutluyorum.

REKLAMHASTALARI ANLATIYOR

Agop Kotoğyan hastalarından ulaşabildiklerimizi dinleyerek dosyamızı kapatalım.

Noray TaksiNoray TaksiNORAY TAKSİ: TAM ÜMİDİMİ KAYBETMEK ÜZERE İKEN…

Prof. Dr. Agop Kotoğyan, tıp camiasında “Kolsuz Agop” olarak tanınan, alçakgönüllülüğü ve derin uzmanlığıyla bilinen değerli bir dermatologdur. Kendisiyle tanışmam, hayatımın zorlu dönemlerinden birinde gerçekleşti. Uzun süre boyunca, cildimde beliren ve yaşam kalitemi, iş hayatımı ciddi şekilde etkileyen (aslında çok basit temelli bir cilt hastalığı olduğunu sonradan Agop hocamın sayesinde öğrendiğimiz) bir rahatsızlıkla mücadele ettim. Defalarca farklı doktorlara başvurdum; her biri farklı teşhisler koydu ve çeşitli tedaviler önerdi. Ancak hiçbir tedavi kalıcı bir çözüm sunmadı ve rahatsızlığım giderek daha da karmaşık bir hal aldı.

Tam umudumu yitirmek üzereyken, bir arkadaşımın da tavsiyesiyle Prof. Dr. Agop Kotoğyan’a başvurdum. Kendisinin mütevazı, babacan ve samimi yaklaşımı, daha ilk andan itibaren içimi rahatlattı. Muayene sırasında gösterdiği dikkat ve özen, onun mesleğine olan bağlılığını ve hastalarına duyduğu saygıyı açıkça ortaya koyuyordu.

Kısa bir değerlendirmeden sonra, rahatsızlığımın aslında basit bir cilt problemi olduğunu ve doğru tedaviyle kolaylıkla iyileşebileceğini belirtti. Daha önce defalarca farklı teşhisler konulmasına rağmen, Prof. Dr. Kotoğyan’ın derin bilgi birikimi ve deneyimi sayesinde doğru tanıya ulaşılmıştı. Önerdiği tedaviye başladıktan kısa bir süre sonra, cildimdeki sorunlar hızla azaldı ve sonunda tamamen ortadan kalktı.

Agop Hoca, sadece tıbbi bilgisiyle değil, aynı zamanda insani değerleriyle de örnek alınması gereken bir hekimdi. Hastalarına gösterdiği ilgi, sabır ve şefkat, onun ne denli büyük bir insan olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Kendisi, benim için sadece bir doktor değil, aynı zamanda değerli bir ağabey ve yol göstericiydi. Ona olan minnettarlığım ve saygım sonsuzdur.

Prof. Dr. Agop Kotoğyan’ın mesleki mirası ve insani değerleri, tıp dünyasında her zaman hatırlanacak ve gelecek nesillere ilham kaynağı olacaktır.

REKLAMAgop Kotoğyan ve bir ömür boyu yanından ayrılmayacak olan tedavi ettiği hastası Fahrettin Cengiz ŞanlıAgop Kotoğyan ve bir ömür boyu yanından ayrılmayacak olan tedavi ettiği hastası Fahrettin Cengiz ŞanlıFAHRETTİN CENGİZ ŞANLI: ÇOĞU KİŞİNİN HAYIR DUASINI ALDI

Sene 1978 –> Sene 2018 . Son ana kadar olan tanışıklığımız zaman içinde dostane vaziyete dönüşüp daha sonra bir babavari sahiplenme oluştu. Kendisi alanında çok tanındığı için çok iyi bir hekim ve öğretim görevlisiydi; ancak hiç unvana önem vermeyen bir yapısı vardı. Çünkü iyi bir insandı ve işini, mesleğini severek yapan bir hekimdi.

Doktordan öte bir vicdani kişilik taşımış olup hastalarını ilaç, iğne ve tedaviden önce psikolojik sohbet ile rahatlatma ve hastalık ile ilgili bilgilendirme yaparak hastanın beyininden ve düşüncesinden sıkıntısını atıp tedavisini bu şekilde sürdüren hoş sohbetli bir hekimdi.

İstanbul dışından gelen acil hastalarına öncelik vererek onların dertlerine ve sıkıntılarına ortak olduğuna çok kez şahit olmuşumdur.

Birçok kez tanıklık ettiğim diğer konu ise ödeme durumu müsait olmadığını hissettiği hastalardan hiç ücret almayıp onların hayır ve dualarını almış ve insani kişiliğini ön plana çıkarmasıdır.

REKLAM

Akşam muayenehane çıkışı garaja gidene kadar yol üstü tüm esnaf ile sohbet eder, Fenerbahçe hakkında konuşur ve samimi ilişkiler kurardı. Dükkan esnafı, simitçi, manav, boyacı, bankacı, memur, çaycı… Ben bu olaylara bizatihi şahidim. Dile kolay tam 35 sene her akşam iş çıkışı muayenehaneye giderdim. Son 10 dakika sohbet eder ve beraber yola koyulurduk. Beni araç ile ev yolunda indirir sonra şoförü ile evine giderdi.

Yıllar yılı ben oruç tutarken hemşire yardımcısına “Akşam Cengiz’in iftarını hazırlayın” dermiş. Çok kez ezan okunurken ben orucumu açıyordum, kendisi de gelip 2 lokma ile bana eşlik ederdi.

Ailesinin tüm fertlerine sahip çıkar ve onlara her türlü imkanı sağlardı. Özellikle annesinin çok dualarını aldığına tanıklık ettim. Çocukluk sürecinde geçirdiği ve yaşadığı her türlü sıkıntıyı unutmayıp hayat akışını hiç değiştirmedi ve aşırı bir yaşamı tercih etmedi.

Benim için, bizim için, tüm hastaları için o bir ‘Doktor Agop Ağabey’dir. Mükemmel insandır. İnsan psikolojisini iyi bilir; anlar ve öyle tedavi eder. Hastalık zaten kendini tedavi eder öylece.

Çoğu kez maçlara gider; bizleri yanında misafir olarak götürürdü. Bazen çocukları (kızı Darpin ve oğlu Garen) ile bazen de doktor arkadaşları ile giderdi. Önce insan olmayı öğrenmiş bir kişi olarak hareket eder, çevresine hep yardımcı olurdu. Ben de de hakkı var. Hastalık ve tedavi olarak tüm aile efradımıza ve benim yakın çevremi hep ücretsiz muayene etmiş ve tedavilerini üstlenmiştir.

Agop Abi son hastalık dönemlerinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yetiştirdiği öğrencileri tarafından her gün tedavi ve kontrol altında tutuldu.

Kendisini rahmet, minnet ve hasretle anıyorum.

Dermatolog dehası Agop Kotoğyan 13 Şubat 2018'de tedavi gördüğü Cerrahpaşa'da 79 yaşında hayatını kaybetmişti (FOTO: AA)Dermatolog dehası Agop Kotoğyan 13 Şubat 2018’de tedavi gördüğü Cerrahpaşa’da 79 yaşında hayatını kaybetmişti (FOTO: AA)

Haber Kaynak : HABERTURK.COM

“Yayınlanan tüm haber ve diğer içerikler ile ilgili olarak yasal bildirimlerinizi bize iletişim sayfası üzerinden iletiniz. En kısa süre içerisinde bildirimlerinize geri dönüş sağlanılacaktır.”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Full HD Film izlededektiforganik hit botu